2 Aralık 2012 Pazar

Cumartesi Futbolu

Felaket bir yağmurun yağdığı cumartesi gününde eve hapsolunca televizyon kanalları sağ olsun bol bol maç izleme şansına sahip olduk doğal olarak. Öncelikle güne Parlamentolar Arası turnuva ile başladık. Zaping turumuz esnasında TRT 3 ekranlarından geçerken spikerin "Kosecki'nin vuruşu" tamlaması kumandayı elimizden bırakmamıza sebep oluverdi. Polonya-Macaristan'a karşı oynuyordu ve bizim "Kosecki Kosecki,bitmez sana taraftarın sevgisi, ne Yalman, ne Adnan, biz de yokuz Kosecki sen olmadan" bestesinin ilham kaynağı koca göbeği ile yine kanattan fuleli gitmeye çalışıyordu, tabii eski günleri anarak. Haberimiz olsaydı Antalya'daki turnuvanın ilk yarı final mücadelesi olan Türkiye-Romanya karşılaşmasında Hakan Şükür'ü de izlerdik ama bizim milletvekillerinin maçını kaçırdık, spikerin anlattığına göre 4-2 mağlup olmuşlar Rumenlere fakat misafirler az sayıda bürokrat oynattığı için bizimkiler hükmen galip sayılmışlar, bugün final oynayacaklar. Polonya-Macaristan iki devre de gol atamayınca birbirlerine maç penaltılara kaldı ve Macarların kalecisinin mahareti ile Kosa'yı Hakan'a karşı izlemekten mahrum kaldık.


O maç bitince Boluspor-Ankaragücü mücadelesine zıpladık. Bolulu Yarenlerin başına Oğuz Çetin geçmiş, ev sahibi yeni bir sayfa açmayı planlarken, konuk Ankaragücü geçen yıldan beri yaptığı onur mücadelesini sürdürüyordu. Hafta içi İnönü'de Beşiktaş'ı ellerinden kaçıran "genç" Güçlüler, Bolu'da da hakem "maharetiyle" 2 puanı bıraktılar. Sinan'la 1-0 öne geçen sarı-lacivertliler, Ali'yi durduramayınca ilk devre eşitlikle sonlandı ama esas heyecan maçın uzatma dahil son beş dakikasındaydı. Bolusporluların gol için yüklendiği son anlarda Ankaragüçlü Timur kaleciyi geçip, meşin yuvarlağı üç direk arasına yolladığında Bolulu oyuncunun iki ayağı da çizginin içinde olduğu halde uzaklaştırdığı topu hakem gol olarak saymadı ve 3 puan Başkent takımının elinden uçtu gitti.

Hava yükünü boşaltıp, bulutlar azaldığında şemsiyeyi kaptığımız gibi soluğu İstanbul 1. Amatörde "can çekişen" İhsaniyespor'un Silivri Ortaköy ile yapacağı maçta aldık. "Bu havada amatör lig maçı mı izlenir" düşüncesinde olmuş olmalı Çatalca halkı ki, stat etrafında ellerinde şemsiye maç seyredenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Maçın skorbordundan sorumlu arkadaş da sonradan gelmişti anlaşılan, ilk yarıda çalışmıyordu o kadar paralar verilerek alınan o teknolojik alet. İhsaniyespor, ilk yarıda müthiş bir mücadele gösterdi, gollere de yaklaştı ve Çatalca'ya rahat 3 puan için gelen zirvedeki rakibine ecel terleri döktürdü ama ikinci devre yedikleri gol sonrası bütün "moral motivasyonları" yok oluverdi ve beklendiği gibi gitti her şey: İhsaniyespor:0-2:S.Ortaköy

Ne zamandır bahis oyunlarından uzaktayım ama oranı nedir bilmesem de bugün iddaa oynasam Beşiktaş'a sürekli üst oynarım. Adamlar açık oynadıklarında da bol gol buluyorlar, kapalı oynadıklarında da 3 golden fazlasını seyrediyor Beşiktaş maçı için televizyon karşısına geçenler. Ordu deplasmanları zordur, hele de Cuper'in gelmesi sonrası iç sahada daha dişli oldu mor-beyazlılar ama Beşiktaş'ın "Feda"ileri Karadenizden 3 puanla döndüler. Spor basınında "kolej takımı" diye bir ifade vardı yıllar önce, artık nedense pek kullanmıyorlar bu tabiri, Samet Aybaba'nın Beşiktaş'ı tam bu ifadeye layik olmuş. Dün gece Fernandes olmadan da kazandılar ve Oğuzhan ön plana çıktı lakin şimdiden genç oyuncuyu van Persie'ye benzetmek, Türk futbolunu kurtaracak adam rollerine sokmak bu topçuyu "pişmeden yakmak" olacaktır.


Beşiktaş maçının devre arasında Reading-Manchester United maçına bir göz atalım dedik, o neydi öyle, 30 dakikada 7 gol. Takımlar savunma yapmayı unutunca her pozisyon gol olurken, Manchester'ın yan toplardan yediği goller komik ötesiydi. Kalecinin önüne geçen forveti tutmak için Evra kaleci ile rakip arasına geçince kendi kalecisini de blokluyor ve kafayla rakip golü buluyor. Beşiktaş maçı başlayınca bıraktık bu gol düellosunu ama zaten sonra da başka gol olmamış. Bu arada Akhisar-Bursa maçına da az da olsa göz attık, izlenesi maçmış, geriye düşen Bursa 2-0dan 2-2 yakalamış, kırmızı kart varmış ama hanımın Beşiktaş sevgisini kıramadık, kıyısından köşesinden bakmak zorunda kaldık Bursa maçına.


Cumartesi gecesi maçlar bitmek bilmedi, Messi için Barcelona'nın Bilbao kapışmasında açtık bir bira keyfe keyif katmak için. Katalanlar da sağ olsun kırmadılar bizi, yine futbol resitali verdiler, Messi yine attı, bir tane de atıyordu ki son anda Bilbaolu kendi kalesine yolladı, İspanyol rejisi golü Messi'ye yazdı ama "own goal" olur o pozisyon. Iniesta'nın Fabregas'a yaptığı asist sonrası futbola bir kez daha aşık oldum, keyifler iyice köpürdü...


Gecenin kapanışı Madrid derbisiyle oldu. Mourinho'nun açıklamaları maçın önüne geçmiş, Real kötü gidişata bir son vermek istiyordu ama maça iyi başlayan Atletico olmuştu taa ki Arda'nın Ronaldo'ya armağan ettiği serbest vuruşa kadar. Gereksiz yere topu elleyen Arda, Real'in öne geçmesini sağlarken, izlediğim kadarıyla olumlu tek pas da yapmadı. Devre arasında Simeone bizimkini oyundan alır diye beklerdim ama 70lere kadar oynatmış, ikinci yarıyı izleyemedim, bu kadar maç bünyeyi yorgun düşürmüş, devre arasında uyuya kalmışım kanapede...

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin