18 Mayıs 2009 Pazartesi

Galatasaray:2-1:Gençlerbirliği


  • Süper ligte tüm maçların aynı anda oynamasını mantıklı sebeplere bağlayıp, kalbimize karşı beynımızı haklı çıkarabiliyoruz ama play offların final maçını da bu söz edilen karşılaşmaların oynandığı saate getirmek neyin nesi anlamış değilim. Tamam, herkesin bir takımı, o maçı izlesin ama bir de işin spor yönü var, tribün yönü var, rakibimi, dostumu izlerim isteğim var... Bu duygularla dün de bir önceki hafta gibi yarım yamalak bir maç izleme durumumuz oldu.
  • Maçı açtığımda ilk dikatimi çeken Kewell'in olmayışıydı. Geçen hafta Ankaragücü maçında "zaman kazanmak" için oyuna sokulan Avusturyalı yıldız, dün gece de sahada yoktu. Belki Bülent Hoca, Gençlerbirliği maçında ilk onbirde Kewell ile başlayacaktı ama tüm hafta boyunca medyada bu kadar uzun konuşulunca, inat edip oynatmadı. Lincoln olayında da aynı durum var, Semih olayında da, eleştirilere rağmen ısrarla Hasan Şaş'ı oynatmasında da... Büyük Kaptan, "dışardan" talimat almayı sevmiyor, doğruyu dahi söyleseler, "inatçılığı" tutuyor...
  • Sahadaki kadroya bakınca, sanki deplasmanda oynar gibi hissettim kendimi. Baros tek forvet ve defansif meziyeti daha fazla 5-6 adam vardı sarı-kırmızılı takımda... Her maçta alınan tek farklı galibiyetler, hocanın da kafasında bir sistem oluşturmaya başlamıştı aslında. "Biz nasılsa bir tane atarız, yeter ki gol yemeyelim" düşüncesi bundan sonra kalan iki maçta Galatasaray'ın sitemi ve felsefesi olacaktır. Aslında, Bülent Korkmaz'ın sistemsizliğinden yakınan bizlere, Büyük Kaptan "Alın size sistem" demiş oluyor böylece...
  • Gol yememek üzerine kurulan anlayışın, ilk aşamasını başarıyla tamamlarken, ikinci aşama olan "nasılsa gol atarız" konusunda Galatasaray, dün gece sınıfta kaldı maçın ilk yarısında. Forvette yer alan Baros, Ankaralıların arasında eriyince, İstanbulluların bir tek doğru düzgün atağı yoktu ve tribünlere gelen "inadına Galatasaray" sevdalıları da ufaktan homurdanmaya başlamışlardı bile...
  • "Her kötülükte bir iyilik vardır" derler ya "Polyanacı" filozoflar, dün gece de Emre Güngör'ün sakatlanması Galatasaray için maçın dönüm noktası oldu. Eğer Emre oyuna devam etseydi neler olur biterdi bilemeyiz, "kelebek etkisine" inanırız ama Kewell girince oyuna maçın da seyri değişti. Avustralyalı oyuncu attığı gol ve yaptığı asistle sadece Galatasaray'ı kurtarmadı, Bülent Hocayı da maç sonu gelecek tenkitlerden bir nebze olsun korumuş oldu. Kewell'ı maçın ilerleyen dakikalarında oyuna alma gibi bir plan var mıydı bilemiyoruz ama düşünülen bir değişiklik Lincoln-Sabri değişkiliğini Bülent Hoca Lig Tv kamerlarına söyledi. " Maç öncesi Lincoln'ü ikinci yarı çıkarmayı planlamıştık"... Oysa, 2-0 yenik duruma düşmüş Gençlerbirliği, maça tutunmak için "Allah ne verdiyse saldıracakken", Lincoln kontraların başlangıcı olabilecekti. Aslında bu olay bile, Galatasaray'ın neden şampiyonluktan koptuğunu açıklanması bakımından oldukça önemli... "Oyunu okuyabilmek" diye bir deyim vardır... Lucescu bunu iyi bilir...
  • İki gol atıp, maçı kazanmaya doğru gidince, Avrupa Ligine girmek için rekabet halinde olduğumuz diğer rakiplerin maçlarına "zaplayınca" bir öğrendik ki, artik klasik hale gelen "tek farklı galibiyet" skoru yine Ali Sami Yen'de gerçek olmuş ve kırmızı-siyahlılar "şeref sayısını" atmışlar... Golde Galatasaraylı defans oyuncuların isteksizlikleri ve "boşvermişlikleri" ise pisi pisine puan kaybedilen Ankaraspor ve Hacettepe maçlarını hatırlattı bana nedense... "O iki maçı alsaydık ne durumda olurduk" sorusunu ne ben sorayım, ne siz söyleyin...
  • Bülent Hoca'nın dün geceki kıyafeti de Guardiola'dan esintiler taşıyordu. Ama hoca işi sıkıya almış, daha önceki yazılarda da belirttik ki, eşofmanı çekip çıkmamış Sami Yen'e...
  • Son olarak 17 Mayıs günü oynanan maçı izlerken 9 sene önce oynanan başka bir maçı hatırladım da... Aradan geçen zamanda çok şey değişmiş... Beyaz formalar dışında...

Hiç yorum yok:

Blog Widget by LinkWithin